Banner

Türkiye'de Go'nun Tarihçesi I

1986 senesinde, İstanbul Galatasaray Lisesi 12.sınıf öğrencisiyken, az da olsa kitap okuma alışkanlığımı tatmin etmek için, Bilge Kitapevi'ne üye olmuştum. Sene boyunca belirli bir miktarın üstünde kitap alındığında bir takım indirimlerden faydalanmak mümkün oluyordu. Biz de yine böyle bir toplu alışveriş yapmak niyetiyle değerli dostum Aykut Göksel ile birlikte Bilge Kitapevi'nin Nişantaşı'ndaki merkezine gitmiştik. Kitap raflarının arasında dolanıp dururken, Aykut, Uzakdoğu'ya olan merakımı da bildiğinden olsa gerek, elime bir kitap tutuşturdu ve ekledi: "Alpar sen bu kitabı al, pişman olmayacaksın." Kitabı almasına aldım da, pişman olup olmadığımı hala bilemiyorum. Evet bu kitap çoğumuzu go'ya bulaştıran "Şibumi"ydi. Herhalde içinde go oyunundan bahsedilen ilk Türkçe kitap da buydu.

Trevanian, bu kitabında sürükleyici ve gizem dolu bir hikayeye paralel olarak, go oyununu anlatıyor, satrançla yaptığı karşılaştırmalarda ise satranç oyununu yerin dibine batırıyor ve go'yu öve öve bitiremiyordu. Ben de satranç oynamaya 8-9 yaşlarında başlayan ve düzenli olmasa da lisedeki satranç odasına gidip gelen bir insan olarak go'nun nasıl bir oyun olduğunu merak ettim. Tavla, dama, çin daması ve satranç o zamanlar severek oynadığım oyunlardı. Peki ama go nasıl bir şeydi?

İşte bu soru uzun süre kafama takıldı. Aynı sene üniversiteye giriş sınavlarına da hazırlanmakta olduğum için pek fazla araştırma fırsatım da yoktu. Fransa'da bir üniversiteden kabul kağıdı almıştım ve japonya'daki üniversitelere de başvurmak istiyordum. Bu nedenle, Taksim'e çok yakın olan Japon Konsolosluğuna gittim ve katalogları karıştırmaya başladım. Aradan beş dakika geçmemişti ki, içeriye orta yaşlı bir adam girdi. Camekanın arkasında duran sekreter hanıma japon bir beyin adını söyledi ve go oyunu ile ilgili doküman istediğini belirtti. Sekreter bahsi geçen oyunu tanıyordu ve onun arkadaşı olan adama iki kitap ve bir de plastik go takımı verdi. İşte o an kafamda bir şimşek çaktı:"Go". Ben de usülüne uygun bir şekilde go oyununu merak ettiğimi açıkladım. Tabii,bir japon dostum olmadığı için, sadece kitapları alabildim. Bana verilen iki ingilizce kitap sayesinde go'yu öğrenecektim. Aykut'la birlikte go malzemesi sorunumuzu çözemlemek için bir karton üzerine 13X13'lük go tahtası çizdik ve kol düğmeleriyle ilgili bir piyasa araştırmasından sonra, en ucuzundan 80 siyah ve 80 beyaz düğme ile ilk go takımımızı oluşturduk. Artık akşamları zamanımızın bir bölümünü ingilizce go kitaplarını, olmayan ingilizcemizle deşifre etmek ve öğrendiklerimizi tahtada denemekle geçiriyorduk. "Ko" meselesi birkaç günümüzü almıştı, hatta sırf ko'yu sormak için Japon Konsolosluğuna tekrar gitmiştim. İstanbul Japon Konsolosu go oyuncusuydu ama vakti olmadığı için, bir yardımcısı bana bilgi vermişti.

Nihayet kitapları bitirdiğimizde go'nun kurallarını tamamen öğrenmiş ve oyun oynar hale gelmiştik. Ne tesadüftür ki, daha sonra türkçeye çevirip yayınladığım go kitabı da bu kitapların birincisidir.

Alpar Kılınç (Ocak 1995)

 

Türkiye'de Go'nun Tarihçesi II

Bu yazı dizisi sadece Alpar'ın fikriydi. "Ne güzel olur" demiştim. Yaşadıklarımızı Go çalışmalarımızı sadece ikimiz biliyorduk, neden paylaşmıyalım. Bu yazı dizisini benim sürdürmek zorunda kalacağımı bilemezdim. Ben bile Alpar'ın benimle tanışmadan önce yaptıklarını bu kadar detaylı olarak ilk kez bu yazı dizisininin ilk yazısından öğrendim.

1987 yılında Alpar ODTÜ'ye girdiğinde ben beş yıldır okulda idim. 88'de kütüphanenin ilan panosunda ilginç bir ilan gördüm. Go bilenler ile tanışılmak istendiği yazıyordu. Notta sadece bilenlerin araması isteniyordu (bilmeyenler aramasın!). Bana itici gelmişti ; aramadım. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra daha cana yakın bir ilan çıktı. Bu kez Türkiye'de oyunu bilen birilerini bulmak beni sevindirmişti. Ben go'yu 83 yılından beri biliyordum. Amerika'da öğrenmiş olan bir arkadaşım Okan geldiğinde öğretmişti. Ucuz bir go takımı vardı. Gerçek boyutlarda kartona çizilmiş oyun alanı ve ufak Go taşları. Bir tek kaynak kitap vardı; The Game of Go by Arthur Smith.

O zamanlar oynadığımız oyunlar uzun sürdüğü ve pek bir şey bilmeden oynadığımızdan az çok sıkıcıydı. Pek seyrek oynuyorduk. O günlerde benim oynama davetlerimin çoğunun reddedildiğini hatırlarım. Oynadığımız az sayıda oyunda taraflardan birinin 80-100 taşlık bir grubu nasıl olduğunu anlamadan aldığı ya da kaybettiği oldurdu. Nasıl olduğunu iki tarafta bilmediğinden yapabileceğimiz tek şey gülmek olurdu.

İkinci ilanın çıktığı akşam aldığım telefon numarasını aradım. Bir bayan çıktı. Alper Kılınç'ı istedim. Öncelikle yaptığım hata düzeltildi. Alper değil Alpar'dı. Ve evde değilmiş... telefon numaramı bıraktım. İnsanların hızlı iş yapmalarına alışık olmadığımdan Alpar'ın şimdi hatırlamıyorum ya o gün ya da ertesi gün vakit geçirmeden aramasına şaşırmıştım. Hemen bir buluşma ayarladı. ODTÜ kütüphanesine öğle tatilinde gelecekti. Ben 1.90 boyunda ve ince olduğumdan ve o zamanlar pek kimsede olmayan bir amerikan parkası giydiğimden (demekki mevsim kışmış) kendimi tarif ettim ve onun beni tanımasını istedim.

Ertesi gün konuştuğumuz saattekütüphanenin girişinde ilan panolarının yanında bekliyordum. Ve tam söylenen vakitte içeri Alpar olabileceğini düşündüğüm biri girdi. Burayı açıklamam gerek Go oyunun çok farklı bir oyundu ve bu yüzden az çok ilginç farklı görünüşlü birini bekliyordum. Şu an fark neydi anlatamam. Etrafta birilerine bakındığı da belliydi. ODTÜ'yü biliyorsanızkütüphane girişi buluşma için oldukça popülerdir. Ben kendimi tarif etmiş olduğumdan onun yanıma gelip sormasını bekliyordum. Ama sanki o beni pek kafasında düşündüğü tiplemeye yakıştıramamıştı. Bir beş- on dakika sağa sola bakındı, yanında birileri de vardı.

Sonunda cesaret edip yanıma geldi ve sordu. Dostluğumuzun başlangıcı işte böyle olmuştu.

Çok heyecanlıydı. Go'yu daha önce oynamış olduğumu öğrenince bu heyecanı çocuksu bir coşkuya dönüştü. Ben hiç bu kadar aceleci davranacağını sanmıyordum. Yanında go takımı da getirmişti. Hemen sıcak bir yere, fiziğin kantinine gittik. Siyah beyaz gölek düğmeleri çıkardı. Çok güldüğümü hatırlarım hatırlarım çünkü 181 siyah, 180 beyaz taşın nasıl bulunabileceğini çok düşünmüştüm. Bir aralar aynı boyda şeytan taşlarındanı toplayarak yapabileceğimi bile düşünmüştüm. İlginç olabilirdi, ancak neredeyse yıllar sürerdi. Basit bir kartona da ufak ama 19X19'luk bir Go tahtası çizmişti. Oturduk oynaduk. Diğer arkadaşları da merakla bizi izliyorlardı. Yüzlerini hatırlamıyorum ama en az iki kişi vardı. Çok kolay kazandım. Hayran kalmıştı. Sonra go'dan konuşup ayrıldık. Bu görüşmeden hatırladıklarım bunlar...

Çok canlı, heyecanlı ve öğrenmek isteyen, karşısındaki insana gerçekten saygı duyan bir çocuk!" oldu Alpar hakkında ilk izlenimlerim. Sevmiştim...

Mehmet Dardeniz